Dün bloğumu yazmak için bir kafeye gittim, nezih bir ortamda, şık kıyafetlerim içinde zarafetle oturup yazıma konsantre olacaktım. İdeal sahnem hazırdı; defalarca görmüştüm bu sahneyi ve hemen uyum sağladım.
Ama sadece dış koşullara uyum sağlamıştım; içimdeki sosyal kaygı, “Hoop, dur bakalım!” diyerek hemen kendini gösterdi. Henüz mekâna varmadan tüm vücudumu gerginleştirdi, mekânı beğenmedi ve beni başka bir yere yönlendirdi. O vakte kadar zaten eften püften işlerle oyaladı beni. En sonunda da siparişimi alan bayanla yaşadığım iletişimsizlikle iyice kendini var etti.
Evet, bu tam anlamıyla sosyal kaygıydı ve oradaydı; ağını tüm bedenime dolayarak beni sarmalamıştı. Zaten blog yazıp bunu sosyal ortamda paylaşacak olmam bir sosyal kaygı yaratıyordu, üstüne üstelik diline tam vakıf olamadığım (lehçe ve şive, gırtlak yapısı gibi faktörler de eklenince) bir ülkede dış bir mekâna giderek bu kaygıyı depreştiriyordum.
Sonuç ne mi oldu? Hüsran tabii ki 🙂 “Sen kim, yazmak kim…” gibi yargılayıcı, azarlayıcı, etiketleyici, yok edici ifadelerle eve geri döndüm.
Aslında evden çıkmadan önce, podcastte “Bir Aile Meselesi” kanalında “yalnızlık” temasını dinlemiştim. (Bir Aile Meselesi kanalı, üniversite psikoloji bölümünü birlikte okuyan, yıllardır bu alanda faaliyet sürdüren çok tatlı bir çiftin kanalı, tavsiyemdir.) Yalnızlıkla nasıl başa çıkabildiklerine dair kendi deneyimlerini paylaşırken Zeynep Hanım, “Kaygılı ve hassas kişiliğimle baş ederken yalnız hissettim.” diye bir tanımlamada bulundu kendisiyle alakalı. Bu işe yıllarını vermiş bir insanın itirafına ihtiyaç duyuyormuşum demek ki, yıllardır görmediğim, gördüğümde de kaçmaya, kurtulmaya çalıştığım sosyal kaygı bozukluğum ve hassas kişiliğimi kabul etmek için.
Kabul diyorum ve burada biraz duruyorum, belki sen de durmak istersin.
Kaygılı ve hassas bir kişilik olduğumu kabul ettim.
Kabul ettiğim an savaşım bitti, mücadele kendini gösterdi. Savaş diyorum çünkü savaşta yenen ve yenilen vardır, mücadele diyorum çünkü mücadelede strateji geliştirip güçlenmek vardır. Savaş yenilgiyi ve hayal kırıklığını barındırıyor, mücadele ise yeteneklerini, özgüvenini güçlendiriyor. Savaşta reddediş, mücadelede kabul vardır. Savaşta öfke, mücadelede ise şefkat vardır.
Ben henüz dünyaya gözlerimi açmışken, güven ve sevgi ihtiyacım karşılanmamış (illa dehşet verici bir olaya gerek yok burada, ben de bir anneyim ve istemeden hangi duygulara sebep oldum acaba) sonuç olarak elzem olan sevgi ve güvenin eksikliği kaygıyı doğurmuş. Sosyal kaygı bir canavar, bir kusur, bir etiket olarak kendini var etmiş benliğimde.
Ondan kaçmaya ve kurtulmaya çalışarak enerjimi boşa harcamış, kendimi kurban bilincine yaklaştırmışım. Bu, insanın kendine yapabileceği en büyük eziyet 🙁
Halbuki her insan gibi ben de kusurları olan bir canlıyım, bu hayat yolunda da o kusurlarımı iyiye çevirmeye çalışacak olan bir canlı türü, herkes gibi…
Böyle deyip kabule geçtiğimde, “Evet, seni görüyorum, duyuyorum; sen oradasın ama benden büyük değilsin, seninle başa çıkabilirim. Hadi gel el ele ilerleyelim, beni zorlayacağını biliyorum ama ilerlemeye devam edeceğiz ve ilerledikçe küçüleceksin, hatta belki bir vakit oyun figürü olacaksın.” diyebiliyorum.
Korku için bu metodu uygulamıştım ve eğlenceli gelmişti. Bu duygular neden var kısmına girmiyorum. Bu bambaşka bir konu.
Bu ömür boyu böyle mi sürecek? Kaçıp reddettiğim sürece evet, ama kabule geçtiğimde hayır.
Beynimiz metaforları sever, hadi oynayalım 🙂 Onu bir soğana benzetecek olursam, onunla el ele ilerlediğimde her eşikte ondan bir tabaka kalkacak, bir tabaka daha, bir tabaka daha… Böylelikle onunla daha kolay mücadele eder hale kendimi taşımış olacağım, burada pratik taktikler geliştirmiş olacağım. Benim için onunla sesli konuşmak güzel bir taktik 🙂 Belki sen de kendi taktiğini bizimle paylaşmak istersin, çok mutlu olurum.
Bakın, bu yazım size ulaştı; bu ne anlama geliyor? 🙂
El ele de yürünebiliyormuş!
Peki bu denli sosyal kaygıya sahip olup da hayallerimin hemen hemen hepsinin sosyallik barındırıyor olması ise bende yeni bir kapı açtı. Bu nasıl bir çelişkidir diye ilk başta çemkirdim tabii ki 🙂
Bu mevzu da içimde demlensin, diliyorum ki başka bir yazı başlığı olsun.
Kendine hoşça bak!
Nurcan
Kaynaklar:
Görsel:Pinterest
Podcast:Bir Aile Meselesi
Bu güzel yazı için çok teşekkürler 🥰