Bazıları birkaç bahçe öteye bazıları dünyanın öbür ucuna düşer.
Ben dünyanın öbür ucuna düşenlerdenim.
Kendimi bildim bileli farklı şeyler öğrenmekten, denemekten hep keyif aldım, kendimi hiçbir alana ait hissedemedim, sürekli öğrendiklerimi sabırla bir heybeye attım ve birbirleri ile ilişki kurabilmesini bekledim. Her yeni öğrendiğim şey yeni bir ben doğurduğu için sürekli yeniden doğdum belki de o yüzden hala yeterince yetişkin hissedemiyorum kendimi.
Birçok alanda çalıştım, bilgi edindim ama hala canım her sıkıldığında, kendimi iyi hissetmek istediğimde ya yeni bir kitaba başlıyorum ya da mutfağa atıyorum kendimi. Birbiri ardına yığılan düşüncelerime set çekebildiğim tek yer mutfak. Bıçakla ve ateşle çalışırken dikkatinizi başka yere veremezsiniz çünkü.
Mart ayında ‘Recipe For Farewell’ adlı bir Güney Kore dizisi izledim, kalın bağırsak kanseri olduğunu öğrenen bir kadın boşanma aşamasında olduğu eşinden onun için sağlıklı yemekler hazırlamasını istiyor. Beş yıldır ayrı evlerde yaşıyorlar zaten ama kağıt üzerinde boşanma işlemi hep ertelenmiş, kadının ricasından sonra adam eve geri dönüyor, eşine her gün- hiç bilmediği halde internetten öğrenerek ve araştırarak – sağlıklı ve lezzetli yemekler hazırlamak için çaba sarf ediyor. Diziyi izlerken adamın yemekleri hazırlama işleminin bir süre sonra ona zevkli ve kolay gelmeye başladığını, yemekleri nasıl yapacağını öğrenirken kendisi ve eşiyle ilgili bugüne kadar fark edemediği şeyleri keşfetmeye başladığını ve mutfakta geçirilen zamanın bir süre sonra terapötik bir etki yarattığını görüyoruz, evlilik süresince olan ilişkilerinde buz gibi olan adam ısınmaya, kaskatı kesilmiş kadın gevşemeye başlıyor. İlişkileri sağlıklı hazırlanmaya çalışılan yemekler gibi daha sağlıklı, hafif ve keyifli bir hale geliyor. İzlemediyseniz tavsiye ederim.
Diziyi izlerken pankreas kanseri teşhisi konan dedemi hatırladım, ona sağlıklı yemekler hazırlardım. En sevdiği ve en hafif olan şey sadece yoğurt, yeşil elma ve ham baldan oluşan serinletici bir atıştırmalıktı, birkaç kaşık alırken tatlısından ona kitap okurdum, sonra dinlenirdi. 2 yıl sonra babama pankreas kanseri teşhisi kondu, onun en sevdiği şey hazırladığım soğuk sıkım sebze sularıydı bu sayede kan değerleri biraz olsun daha iyiye gitmişti. İkisinin de kanseri son evrelerde olduğu için yiyebildikleri şey çok azdı son anlarına kadar dayandılar sonra hastanede mama verildi. Mamayı ilk duyduğumda çok şaşırdığımı hala hatırlıyorum, insan kendi başına ya da bir yakınına gelene kadar bazı şeylerden hala bir haber kalabiliyor. Yiyeceklerle kurduğum bağ o dönem daha da gelişti belki bu yüzden.
Doğadan direkt elinize gelen bir malzeme ile çalışmaya başladığınızda sinerjik bir iletişim kurmaya başlıyorsunuz, canlı olan bir şeye dokunmak onunla birlikte yeni bir form yaratmak ve çeşitli işlemlerden geçirmek için bütün duyularınızı kullanmak zorundasınız. Bir paket makarnayı suya salmaya, tavuğu eti tavaya atmaya benzemiyor. Topraktan gelen bir sebzeyi, yeşil bir otu pişirecek misiniz yoksa soslayacak mısınız? Sadece bir limon sıktığınızda ve tuz serptiğinizde bile o basit haliyle yeterli ve lezzetli olacak mı? Mutfağa girmeden elinize bıçağı almadan cevaplayamayacağınız daha birçok soru var. Bildiğinizi, sevdiğinizi ya da sevmediğinizi sandığınız bir yemeği kendiniz pişirmeye kalkıştığınızda o an kendinize dair yeni bir kapı açılır içinizde daha önce varlığından bile habersiz olduğunuz. Yıllardır tuzlu tatları sevdiğinizi sanırken bir bakmışsınız aslında ekşi tatlardan da hoşlanan bir insansınız. Benim gibi bezelyeyi 30 yaşında nohutu 33 yaşında sevmeye başlayabilirsiniz. Eti esnaf lokantalarındaki gibi yumuşacık pişirmeyi öğrenebilirsiniz, yanına da büyük bir kase yeşil salata etin bünyeye yüklediği amonyağı bertaraf etmesi için, alın size en sağlıklısından hem protein hem antioksidan dolu bir menü.
İnsanın kendisi için kendi elleriyle bir şeyler yapması, hazırlaması bedenine ve ruhuna en iyi gelen şeylerden biri. Mutfakta çalışırken bedeninizle ve duyularınızla daha çok temas halindesiniz, dikkatinizi bilinçli bir şekilde hazırlık ve pişirme sürecine verdiğiniz için odaklanma, farkındalık, zaman yönetimi ve kriz yönetimi gibi konularda kendinizi sürekli geliştiriyorsunuz. Bir şeyler ters gittiğinde hızlı düşünüp aksiyon alabilmeli, çözüm bulmalı ya da alternatifi düşünmek zorundasınız. En güzeli de bütün çabanızı iyi ya da kötü bir şekilde somut olarak sembolik bir tabakta görebilmek ve ağızda tadını alabilmek bu çabanın.
Yıllardır mutfakla iç içe büyümüş ya da adımınızı bile atmamış olabilirsiniz, mutfağı sadece bulaşık işleminden ibaret görüyor olabilirsiniz, evet harika yemekler yapmak zorunda değilsiniz ama kendiniz için en sevdiğiniz şeyi pişirebilme lüksünüz olmalı. Size ait sizi yansıtan bir tarifiniz olmalı, bu bir omlet olabilir –ki zordur aslında güzel omlet yapmak- bir kek, bir et yemeği ya da hafif bir salata, tercih size ait.
Yaşamın bizi hangi koşullarda karşıladığı ve ileride karşılayacağı bilinmez bu yüzden insan kendi kendisini besleyebilme becerisine sahip olabilmeli her anlamda.
Ben ananemin evinde ananemin eline doğdum, uzun yer sofraları kurulan bir evde büyüdüm, kadınların çok güzel yemekler hazırladığı ama bu kadar yemeği hazırlarken neden mutlu olduklarını anlayamadığım bir evde. Belki de bütün dünyaları mutfaktan ibaret olduğu içindir.
Benimse dünyada olduğumu unutmak istediğim yerlerden biri mutfak…
Sevgiler,
Ceren.