Sizi bugün Split Fiction ile tanıştırmak isterim. Hikayemizde birbirine taban tabana zıt iki karakter olan Zoe ve Mio’nun bilinç altına bir yolculuğa çıkıyoruz. Ama ne yolculuk! Oyunun detaylarına inmeden önce oyunun senaryo ilerleyişinden bahsetmek en doğrusu olacaktır.
“Rader Publishing” hevesli yazarların hikayelerini yayınlayan bir kuruluş ve yazarların burada hikayelerini kağıda kaleme dökmelerine ihtiyaçları yok. Bunu “makine” yapıyor. Tasarımcısına göre “tüm endüstrinin temellerini yeniden şekillendirecek” bir cihazdan bahsediyoruz. Makineye bağlanıyorsunuz ve makine sizin bilinç altınızdan hikayenizi çekip çıkartıyor ve bu esnada sanal olarak da kendi hikayenizi deneyimleyebiliyorsunuz.
Zoe ve Mio’nun yolu işte tam da bu makinede kesişiyor. Taban tabana birbirine zıt iki karakter olan Zoe ve Mio hevesli birer yazar olarak, diğer yazarlar gibi makineye bağlanmak için Rider Publishing’e gidiyor ve asansörde kısa bir tanışma sohbetlerine tanıklık ediyoruz. Mio son anda makineye bağlanmayı reddederken çıkan küçük itiş kakış sırasında Mio, Zoe’nin fanusuna düşüyor ve ikilinin bitmek bilmeyen maceraları böylece başlamış oluyor. Amaç tüm hikayeyi tamamlayarak gerçek dünyaya geri dönmek ancak bu hiç de o kadar kolay bir yolculuk değil. Lakin makineye daha önce tek fanusta 2 kişi hiç girmediği için makinenin ne kadar zorlanacağı ve başarılı olacağı da bir muamma ve Rider’ın yaratıcısı gözünden izlediğimiz bölümlerde bu megaloman adam için önemli olarak yazarların hayatları ve hikayeleri değil, yarattığı şeyin büyüklüğüne olan hayranlığı ile her türlü kötülüğü yapmaya hazır olması.
Bitmek bilmeyen diyorum çünkü 2.5 haftada 15 saat oynamamıza rağmen, finale çok az kaldı ha bitti ha bitecek diye düşünürken kendimizi yeni bir maceranın ortasında bulmadan edemiyoruz. Çoğul konuşuyorum lakin oyunun en önemli özelliği oyunun 2 kişilik olması. Pazarlama stratejisi olarak da çok doğru bir karar alınmış iki farklı yerden online bağlanarak oyunu oynayabiliyorsunuz ve sadece bir tarafın oyunu satın alması yeterli. Bu süre zarfında benim oyun partnerim eşimin kuzeni Cem oldu ve sanırsam bu hafta oyunu tamamen bitirmiş olacağız. Umudumuz bu yönde. Neyse biz esas konuya geri dönelim.
Oyunu tam ortadan bölünmüş iki ekranda her birimiz seçtiğimiz bir karakterle oynuyoruz. Ancak tek ekranda sadece kendi alanınıza odaklanmanız yetmiyor çünkü bazı bölümlerde partnerinizin de ekranına bakarak birlikte çözmeniz gereken bulmacalar ve bölümler var. Oyun mekanikleri o kadar dinamik ki nefes almadan oynadığınız kısımlar var ve bunların çoğu Mio’nun dünyasında geçiyor çünkü kendisi bir bilim kurgu yazarı. Zoe ise daha çok fantastik dünyalara ilgi duyan bir yazar.
Aynı fanusta iki farklı karakter olunca bilinç altlarındaki hikaye bölüm bölüm değişiyor. Bir Zoe’nin fantastik diyarlarındayız bir Mio’nun fütüristik evreninde; bu macerada bilim kurgu filmlerinden fırlayan motorlar, araçlar kullanırken bir anda kendimizi özel güçleri olan ve avatarları hayvan olan kaşiflere geçiş yapıyoruz hatta bir bölümde sosis olmaya hazırlanan birer küçük domuz olmamız yetmiyormuş gibi, sosis olduğumuzda da doğru ısıda mangalda kendimizi pişirerek ve ekmeklerimizin arasına girerek enteresan kupalar da kazanmadık değil. Pek tabii ki üstümüze yeteri kadar ketçap ve hardal da sıktık. Bunların arasında birer diş olarak robot dişçiden kaçmak ve benim en sevdiğim ara bölüm olan tamamen “Derpy drawings” tarzı yaratılmış bir evrende prensi kurtarmak oldu diyebilirim. Oyunun bu anlarına ait bir sahneyi de aşağıya bırakıyorum.
Oyunda sadece farklı dünyalar yok aynı zamanda beyninizi allak bullak edecek kamera açıları da var. Birinci gözden, üçüncü göze; 2 boyutlu kamera açısından 3 boyuta ve izometrik açılara kadar oyun sizi her evresinde şaşırtmayı başarıyor. Bu o kadar seri ve beklenmedik zamanlarda kurgulanmış ki kontrolcünüzün yönleri değiştiğinde anında adapte olmanız gerekiyor.
Bu tarz oyunlar son yıllarca özellikle oyun yayıncılığı ve sosyal medyanın gücüyle çoğalmaya devam ederken Split Fiction’ı bunlardan ayıran bence en temel unsur sadece bir ekip oyunu olması değil aynı zamanda karakterlerle empati kurabileceğiniz ve karakterlerin değişimini de izleyebileceğiniz güzel bir senaryoya oturtulmuş olması -ki oyun o kadar başarılı oldu ki önümüzdeki onaylanmış bir sinema versiyonu da gelecek-. Peki Split Fiction tarzı oyunlar kurumsal firmaların proje ekiplerine ilham olabilir mi? Gelin konuya bir de bu gözle bakalım.
Farklılıkların İçindeki Güzelliği Keşfetmek
Bir proje ekibinde ekip üyeleri yetkinliklerine göre seçilebilir ancak ekip bir araya geldiğinde davranışsal anlamda da uyumlanmanın ne kadar önemli olduğunu oyunda çokça görüyoruz. Farklı kültürlerden gelmiş, hayat hikayeleri ve olaylara bakış açıları zıt karakterlerin başlangıçta yaşadığı çatışmalar doğanın tabiatına ne kadar uygunsa birlikte geçirilen sürede Zoe ve Mio’nun kendi farklılıklarını keşfederek ve anlamlandırarak çok daha uyumlu ve ahenk içinde hareket eden bir ikili olması karakter gelişiminde hiçbir gizeme gerek duymadan oyunculara sunulmuş.
Örneğin Zoe’nin fantastik evreninde bir bölümde ejderhaları ile birlikte yol almak durumundalar ve Mio bu konuda çok da hevesli değil. Halihazırda bilim kurgu kültürüne çok fazla aşina olduğu için de Zoe’nin Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, Zaman Çarkı hatta Witcher ile Avatar’dan fırlamış gibi görünen fantastik dünyasına olan ön yargısını oyunda çokça hissediyoruz. Bu hikayeler onun güvenli alanının çok dışında olduğu için farklı bir evrende oldukça telaşlı ve diken üstünde hissediyor ve ön yargısını kırana kadar Zoe’nin kendi hayat hikayesinin, onun evreniyle olan ilişkisini anlamlandırmakta zorlanıyor. Düğüm bir kere çözülmeye görsün, Ejderhasıyla yaşadığı macera aslında farklı insanların ve fikirlerin getirdiği çeşitliliği ve güvenli alanımızı terk ettiğimizde bu farklılıkların içindeki güzellikleri keşfetmek için bir fırsat olduğunu Mio’nun karakter gelişiminde gözlemleme fırsatı ediniyoruz. Ahengi kendimize benzer olanda aramak yerine farklı yetenekleri bir araya getirerek keşfedilmeyi bekleyen potansiyelimizi bir başkasının farklılığı ile birleştirme farkındalığını ortaya koyarak çıkarabilmek kadar çok az şey keyif verebilir. Oyunda da ilerledikçe bu duyguyu daha çok hissetmeye başlıyoruz.
Empatinin Sade Zarafeti
Oyunun temel hikayesinin iki zıt karakter üstüne kurulu olduğundan bu yazıda pekçe bahsettim ve oyun daha da derinlere daldığında Zoe ve Mio’nun neden farklı yollardan gittiklerini de anlamaya başlıyoruz. Birbirlerine hikayelerini anlatmaya başlıyorlar ve olay örgüsündeki bu zıtlığın temeline dayanan olgularda yerine bir bir oturuyor. Çatışmayla ve ön yargıyla başlayan bu zorunlu birliktelik karşı yargılarını anlama çabasına bıraktığında çok daha anlamlı hale geliyor. İki karakterde bir süre sonra neden sorusunu sormayı bırakıyor ve geçtikleri her bölümde çok daha meraklı birer kaşife dönüşüyor. İlk farkındalık ikisinden birinin olmadığı bir durumda başarının imkansız olması. Ekip çalışmasını her bulmacada, her parkurdaki zorlukta ve karakterlere atanan özgün yeteneklerde hissediyoruz. Mio balık olup suyun altından giderek Zoe’ye bir kapı açtığında, Zoe bir orman perisine dönüşüp Mio’nun önündeki engelleri kaldırıyor. Başka bir bölümde Maymun Krala karşı birlikte ahenk içinde dans etmeleri gerekirken bir başka bölümde tekrar birbirlerine ihtiyaç duyacakları bulmacaların karşısında kendilerini buluyorlar. İki karakterin birbirini anlama çabası, karşılaştıkları zorluklarla doğru orantılı olduğunda; empatinin çözemeyeceği bulmaca, geçemeyeceği bölüm sonu canavarı kalmıyor aslında…
Birlikte Başarmaya gelmeden önceki durak, Birlikte Hisset ve Uyumlandır.
Burada oyunun oynanış mekanikleri ve kamera açılarının başarısından da bahsetmek lazım. Oyunun neden bu kadar sevildiğine dair önemli bir katkı da farklı perspektiflerden hikayelerin oyun içine yerleştirilmiş olması ve bu yerleştirmelerdeki kamera açıları ile oynanış pozisyonlandırılması sizlere bolca nostalji yaşatabilir çünkü oyunlarla aranız iyi olsun ya da olmasın bir yerlerde mutlaka bu mekaniklere denk gelmişsinizdir buna elinizin altındaki bir ataride “tilt” oynamakta dahil. Evet doğru okudunuz kahramanlarımızın biri pinball topu diğeri de onu doğru yere fırlatacak olan kollar da oluyor.
Oyun sürekli sizi farklı kombinasyonlar ve kamera açılarına iterken bölümü tamamlamak için çok hızlıca fokus olmanız gereken durumlara sizi sokmayı başarıyor. Bir anda 3 boyutlu bir dünyadan 2 boyutlu bir evrene geçerken, birinizin düz diğeriniz ters gitmesi; hatta izometrik kameralarla aynı yöne gitmeye çalışırken birinizin sola diğerinizin aşağı doğru hareket etmesini gerektirecek bölümler var. Bölümü tamamlamadan önce bulduğunuz koşula hızlıca adapte olmanız gerekiyor. Şapkalarınız ve rolleriniz sürekli değişirken bu adaptasyonu içselleştirmek için önce hissetmeniz gerekiyor. Kısacası bu sadece bir yolculuk değil aynı zamanda bir “hisselleştirme ve uyumlandırma” deneyimi. Oyunda bir süre geçirdikten sonra tepkilerinizin adaptasyonu karar alma mekanizmanızın önüne geçen bir hissederek hareket etme motivasyonuna dönüşüyor fakat oyun yine burada devreye girerek hislerinizle hareket etmeye devam ettiğiniz anlarda size kurduğu tuzaklara düşürmekte ustalık sunuyor. Kısacası tecrübelerinize güvenmek yeterli değil, sadece hissetmek de yeterli değil; birlikte başarmak için hislerinizi, tecrübeyle harmanlayarak uyum içinde hareket etmek zorundasınız. Bir makinenin her bir parçası tek başına bir zanaatkarlık gösterebilir ancak o parçaları birlikte hayal edebilecek kadar hissedebilenler ve her bir parçanın birbiriyle olan uyumunu görebilenler ancak parçaların zanaatkarlarını el üstüne çıkartabilir. Yoksa tek başına bir parça, sadece bir parçadır.
Aştığın zorluktan yeni bir zorlukla karşılaşarak keyif al
Eşimin kuzeni Cem ile oynarken bazı bölüm sonu büyük kapışmaları geçemeyeceğimiz hissine çokça kapıldık. Burada oyuna tek bir eleştirim var bölüm sonu kapışmalarındaki zorluk seviyesi maalesef bölümü her geçemediğiniz anda kolaylaşarak karşınıza çıkıyor. Kısacası oyunun bir zorluk derecesi ayarı olmadığı gibi Elden Ring gibi zorluklara yeni stratejiler geliştirmenize de olanak sağlamıyor. Oyundan aldığınız keyifte burada beklentinize göre değişiyor ancak yine de ilk karşılaşmalar çok çetin geçiyor diyebilirim.
Bölümler Zoe ve Mio’nun dünyaları arasında sürekli değişiyor, sadece hikaye değil, kamera açıları, oynanış mekanikleri her şey değişiyor. Bu sebeple karşılaştığınız zorluklar sizi sonraki bölüme şimdiden heyecanlandırmayı başarıyor. Aştığınız bölümlerden keyif almanızı çok hızlı bir şekilde bir sonraki bölümü oynarken yakalayabiliyorsunuz. Aynı zamanda bu bir merakı da peşinden getirmeyi başarıyor. Oyunun pek çok sinema, edebiyat ve dizi dünyasına atıfta bulunduğunu da es geçmemek lazım. Hatta sadece bunlar değil kendi içinde başka oyunlara da atıfta bulunuyor. Örneğin Mio’nun evreni ve bölümleri; Halo, Tron Efsanesi, Matrix, Metal Soldiers, Açlık Oyunları, Half-Life, Pinball, Big Hero 6, Wall-e gibi referanslar içerirken Zoe’nin evreni ve bölümleri; Yüzüklerin Efendisi, Avatar, Harry Potter, Fantastik Canavarlar, Zaman Çarkı, Dragon Ball, Zindan ve Ejderha, Narnia, Alice Harikalar Dİyarı ve Uzak Doğu Mitolojisi gibi referanslar içeriyor. Bu çeşitlilikte sizi geçmeye çalıştığınız her bölümden sonra acaba bu sefer neyle karşılaşacağız merakına itiyor. Bu meraktan ne kadar keyif alırsanız, oyundan aldığınız keyfin yanında; karşılaştığınız zorlu bir işin içinden çıkarken ki motivasyonunuz bir o kadar artıyor.
Bariyerler ve aşılması zor görünen engeller hayatımızın her anında var, bunları aşarken bir başkasının hiç beklemediğimiz bir yerden ve andan çıkagelme potansiyeline kendimizi ilk bariyerin önündeyken hazırlayabilme olgunluğu bizi endişe duymak yerine kararlı bir şekilde o engelin arkasındaki yeni bir hikayeyi görmemizi sağlayabilir. Bundan keyif alabilmekse size bir ceza değil, daima bir ödül olacaktır. Oyunun 8 farklı seviye ve 84 farklı bölümden oluştuğunu da belirteyim.
Son olarak, bir son düşünme…
Split Fiction tarzı oyunların birden fazla oyun mantığı içermesi bence aynı zamanda diğer oyun yapımcılarına da bir saygı duruşu niteliğinde. Oyunu oynarken özellikle 90’lardan bu yana ne kadar çok oyun oynamışım hissini hep yaşadım. Açıkcası oyunun bitmesini istemiyorum çünkü tek düze olmayışı ve sürekli şaşırtmaya müsait oluşu benim için çok keyif verici bir deneyim oldu. Ardından Zoe ve Mio’nun karakterlerini şu an üstünde çalıştığımız projenin ekibi ile özümsemeye ve içselleştirmeye başladım. Önce kendimi düşündüm; oyundaki birbirinden farklı maceralar gibi; kendimi bir gün analiz ekranlarında bulurken, başka gün bir arayüz tasarımının renklerini seçerken, bambaşka bir günse paralel bir projeye logo tasarlamaya çalışırken eş zamanı diğer projemizin kütüphanesine yeni duvar ve üniteler eklerken buluyorum. Tam bir “Bölünmüş Kurgu”nun içindeyim kısacası. Keza ekipteki yol arkadaşlarım da öyle ki; başardığımız her şey başarabileceğimiz şeylerinde altından kısa sürede kalkabileceğimize olan inancımızı körüklüyor. Bu sebeple bir sona, varış noktasına doğru değil; vardıktan sonra başlayacak yeni yarışlara koşmayı öğrenmemiz gerekiyor bambaşka evlerden, hayatlardan, öğretilerden gelsek bile… Taşıdığımız bayrak yekpare lakin ellerimizin çeşitliliği en büyük hediyemiz tıpkı Zoe ve Mio gibi…