“I create as I speak.”
Ne kadar da yanlış anlaşılmış bir söz bu. Kafamın içinde Vitas “ha ha ha” diye gülerken (veya şarkı söylerken, ayırt etmesi güç) bu yazıya başlamam sanırım abrakadabranın galaktik bir şakaya dönüşmüş olmasını da perçinliyor. Amerika ve hiper bireyselliğinin getirdiği karmaşalara ve inanç sistemlerine gösterdiği hoyratça indirgemeciliğine karşılık SSCB doğumlu Rus şarkıcının “ha ha ha”ları arasında neden böyle düşündüğümü açıklamak istiyorum.
Bu konuya girmeden önce enerjiden bahsetmem daha doğru olacak. Çünkü enerji de yine yanlış anlaşılan ve sıkça yanlış kullanılan bir kavram. Hayatta her şeyin bir enerjisi var ve hepimizin enerji olduğuna kısmen katılıyorum. Kısmen, çünkü maddi yönümüz, yani fiziksel bir vücudumuz da var. Eğer tamamen enerjiden oluşmuş olsaydık belki aklımızdan geçen her şey bir parmak şıklatması hızında gerçek olurdu, bunun yaratacağı kaosu da düşünmemiz gerek. Hiç kırmızı ışık yanmayan bir kavşakta trafik nasıl olurdu! Oysaki evren kaosu sevmez ve entropinin her zaman en düşük olduğu süreçleri tercih eder. Bir elektrik akımı, devrenin direnci en düşük rotasını takip eder.
Bahsettiğim fiziksel fenomenlerin spiritüel bir konuyu açıklamada kullanmamın nedeni, üzerinde yıllarca çalışılmış kuramları kendime bir kanıt olarak göstermekten çok bir analoji oluşturmak. Sanıyorum enerji konusunda yapılan anlatılar benzer nedenlerle yanlış anlaşıldı. Şayet kuantum fiziği bizim 5 satırda açıklayabildiğimiz bir hadise olsaydı, Einstein 1921’de Nobel ödül töreninde avucunu yalardı. Yine de rölativite, yani görelilik kuramı, enerji gibi soyut ve açıklaması güç bir konuyu ele almada oldukça işlevsel.
Şimdilik sadece enerji olduğumuzu düşünelim, her enerjinin belli bir frekansı vardır. Enerjimize denk olan kişileri, durumları, eşyaları hayatımıza çekeriz ve enerjimize denk olmayan her şey hayatımızdan bir şekilde gider. Tıpkı müzik gibi, ancak uyumlu frekanstaki sesler kulağımıza hoş gelir, uyumsuz olan seslere detone deriz ve kulağımız önce detone sesi, yani uyumsuz sesi seçer. Çünkü şarkının güzelliğini, bütünlüğünü bozmaktadır. Bazen de öyle bir ses eklenir ki, şarkı o ses ile tamamlanır.

Bizim hayatımızda da uyumsuz ögeler ya da bizi biz yapan ögeler olur. Hayatın akışında bize katılırlar ve bizden giderler. Yalnız şöyle düşünmemek lazımdır, madem ayrık otuydu, neden daha önce görmedik ve temizlemedik? Ayrık otlarının bile bir işlevi vardır, en basiti kendisinin temizlenmesi gerektiğini bize öğretir. Henüz kısayken köküyle birlikte koparmak zor olur, direnç gösterir (biz bunu fizik derslerinde kuvvet çarpı kuvvet kolu diye öğrenmiştik, o sancılı günlerde :)). Uzadığı zaman neredeyse çektiğimiz gibi gelirler. Yani zaman da çok önemlidir, zaman konusuna bu yazının devamı olacak olan ikinci kısımda değineceğim. Fakat şimdilik frekanslardan devam edelim.
Notaların bazen detone, bazen de bir şarkı için tamamlayıcı unsur olduğunu söylemiştim. Fakat bu her şarkı için geçerli değildir. Bir şarkıyı tamamlayan o mükemmel nota, başka bir şarkıda detone bir ses olabilir. Türkçe meali şudur, hayatta her şey bizim için değildir. Tatminkâr bir hayata sahip olmak için her şeye sahip olmamıza gerek yoktur, her şeye ihtiyacımız da yoktur. Zaten her şeye sahip olmak demek ayrık otlarına da sahip olmak demektir. Dışarıda gördüğümüz her şeyi hayatımıza dahil etme, her şeye sahip olma isteği, bireyselci hayat tarzının bize getirdiği yapay bir ihtiyaç olmaktan öteye gitmez. Amerika’nın büyük oyunları! Bizim kısmetimiz olmayan ögelerden arındığımız zaman hayatımızda bize ait olanlara daha fazla yer açarız.
Frekansının yükselmesi demek spiritüel dilde yine indirgenmiş haliyle “kötü enerjilerden arınmak” demek ancak bu da çok yanlış algılanıyor. Kötü enerjilerden kasıt “kötü” olarak etiketlenmiş hisler. Ancak o “kötü” hislerin de hayatımızda işlevi vardır hem de oldukça önemlidir. O hisler ayrık otlarının temizlenmesinde bize yol gösterirler. Haksızlığa uğrarsak sinirleniriz ve bu sinir bize yapılan yanlışı düzeltmek için bir itki verir. Tetiklenirsek kendimizi iyileştirme yolunda veya iyileştiremesek de hassas noktalarımızı tanıma noktasında ilerleme gösteririz. Bizi sürekli üzen insanları hayatımızda barındırmayız, sınır koymayı öğreniriz. Hayatımıza her zaman “iyi” şeyleri çekmek mümkün değildir, zaten iyi göreceli bir tanımdır. “Kötü” deneyimler de yüksek enerjili insanların hayatına girebilir çünkü hayat döngülerden ibarettir. Aradaki fark enerjisi yüksek insan ile düşük insanın bu olaya karşı verdiği tepkidir.
“İyi düşün, iyi olsun.” iyi niyetli bir yaklaşım olsa da kurban suçlamanın önünü açar. Bize der ki, başına gelen “kötü” her neyse, sen kötü düşündüğün için öyle oldu. Sevdiğimiz birinin ölümü mesela, o kişiyi biz öldürmüş olamayız herhalde! Ayrıca biz iyi de düşünsek hepimiz bir gün öleceğiz ya (Allah geçinden versin tabii)! Bir de kötü düşünmeye karşı bizi kaygılı yapar. Kötü düşündüğümüzde başımıza kötü bir şey geleceğine inanıp belki kötüyü hayatımıza çekeriz, ki bu konu kendi başına bir yazı hak ediyor. Dolayısıyla kötü düşünmemeye ve iyi düşünmeye kendimizi zorlayıp bir direnç noktası yaratırız. Yukarıda ne demiştik, direnci yüksek yerden enerji akmaz. Deneyimleri iyi veya kötü olarak etiketlemek yerine, olduğu gibi kabullenip almamız gerektiği kadarını alıp, kalanını bırakmanın en doğrusu olduğunu düşünürüm ben.